Kilyos’ta Dumanlı ve Korkunç Bir Gece

Kilyos’ta Dumanlı ve Korkunç Bir Gece

Sadece bir hafta önce Boğaziçili bir öğrenci arkadaşımız talihsiz bir kaza sonucu ağır yaralanmış ve daha üç gün önce kaleme aldığım “Kilyos’ta Yaşamak ya da Yaşayamamak” başlıklı yazımın henüz mürekkepi bile kurumamışken, dün sabaha karşı 4 sularında yine korkunç bir geceye uyandık Kilyos’ta!

Sadece bir hafta önce Boğaziçili bir öğrenci arkadaşımız talihsiz bir kaza sonucu ağır yaralanmış ve daha üç gün önce kaleme aldığım “Kilyos’ta Yaşamak ya da Yaşayamamak…” başlıklı yazımın henüz mürekkepi bile kurumamışken, dün sabaha karşı 4 sularında yine korkunç bir geceye uyandık Kilyos’ta!

Yangın belki ufak çaplıydı ve ne mutlu ki kimse ölmedi ya da yaralanmadı ama Kilyos’ta emaneten yaşadığımızı bir kez daha gözümüze soktu yaşananlar. 2.Kilyos Yurdu, katlara dolan yoğun dumandan kimse rahatsızlanmasın diye mümkün olduğunca hızlı bir şekilde tahliye edildi ve öğrenciler saatlerce endişe içinde beklemek durumunda kaldı. Bu yazımda yaşananlardan bahsedecek, olayları değerlendirecek ve biraz da hesap soracağım bizi Kilyos’ta unutanlardan.

Yangın Alarmları Da İşe Yaramayabiliyormuş

Saat 4 gibi, oda arkadaşımın ‘Yanık kokusu var!’ demesiyle, yerimden fırlayıp koridora çıktım. Koridora ilk çıktığımda duman vardı ama oldukça azdı, o nedenle ilk başta dumanın kaynağını bulmaya çalıştım. Duman, koridorun bizim ucunda yoğunlaştığı için, bizim taraftaki odaları kontrol ettim. Bu sırada duman hızla artıyordu, insanı rahatsız etmeye başlamıştı, ki daha bir dakika bile olmamıştı.

Yangın alarmını aktifleştirmek için, yangın merdiveninin kapısını açtım ama alarm falan çalmadı, oysa ki çalması gerekirdi. Bu sefer yangın zillerinin çalmasını sağlamak için, kattaki bir başka öğrenci arkadaşımla birlikte yangın düğmesinin camını kırdık ama zilleri çaldıramadık. Bu arada ortamdaki duman yoğunluğu belli bir düzeye erişince yangın alarmını devreye sokması gereken dedektörler de hiçbir tepki vermiyordu.

Ancak sabah yangının çıkış kaynağını öğrendikten sonra neden alarmların çalışmadığını fark edebildik. Yangın, alarmların da bağlı olduğu Kesintisiz Güç Kaynağı (UPS)’nda çıktığı için, bizim alarmlar tamamen işlevsizleşmişti. Gerçi işlevsel olmuş olsalardı da yurdun tadilatından sonra bir türlü verim alınamayan alarmlar ne kadar etkil olabilecekti orası da ayrı bir konu.

[DÜZELTME: Son aldığım bilgiye göre; yangının çıkış kaynağı olan Kesintisiz Güç Kaynağı (UPS)’na, yangın alarmları bağlı değilmiş. O UPS’ler kullanılmıyormuş ve atıl halde duruyormuş. Bu durumda, yangın alarmlarının çalışmıyor olmasının mantıklı bir açıklamasına artık sahip değiliz. Bildiğimiz tek şey; yaz döneminde 2.Kilyos Yurdu’nun tadilatını üstlenen firmanın, tüm yangın alarm sistemine zarar vermiş olması. Ki aynı firma, ne belirlenen tarihlerde tadilatı bitirebildi, ne de tadilat kapsamında yapılması gereken tüm işleri tamamlayabildi.]

Yangın Var, Katları Boşaltıyoruz!

Yangının kaynağını ve ne kadar boyutta bir şey olduğunu tespit edememiştim. Ama sürekli artan ve katlara dolan dumanın bile öğrenci arkadaşlarıma zarar vereceğini düşünerek ve olayların kontrolden çıkma ihtimaline karşı, yangın alarmlarının uyarma görevini de üstlenerek yurdu bir an önce tahliye etmem gerektiğine karar verdim. Odamdan çıkmamla bu karar sürecine erişmem arasında üç dakika bile geçtiğini sanmıyorum.

'Yangın var, katları boşaltın!' sesi uzun bi süre aklımdan çıkmayacak sanırım.

Hemen katımızdaki diğer sorumlu arkadaşı uyandırdım ve tahliye işlemini bir an önce tamamlamamız gerektiğini belirttim. Bu arada öğrencileri, dumanın daha az olduğu diğer uçtaki merdivenlere yönlendirmeye de başlamıştım. Hemen diğer katların sorumlularının odalarına koştum. Yeni uyanmış sorumlu arkadaşların, tepki sürelerinin görece az olabileceğini düşündüğümden, bizzat katlardaki kapıları çalarak “Yangın var, katları boşaltıyoruz!” uyarısını yapmaya başladım.

Korku Dolu Yüzler, Sorularla Dolu Bakışlar

Gecenin 4’ünde, bir çok öğrenci için uykunun en derin olduğu bir saatte kapının kuvvetli bir şekilde çalınıp “Yangın var, katları boşaltın!” uyarısının bir insan üzerinde nasıl bir etki yaratacağına her açılan kapıda karşılaştığım korku dolu yüzlerle korkunç bir şekilde şahit oldum. Bir taraftan da “Neler oluyor?” diyen soru dolu bakışlar ve “Lütfen gerçek olmasın, belki de kötü bir rüyadır!” diyen yüzleri hatırlıyorum sadece.

Katlar tahliye edilmeye başlamış ve katların bir an önce boşaltılmasına yardımcı olmak için, katlar arasında uçarcasına dolaşırken üçüncü katta Güvenlik Görevlisi tuttu beni ve dedi ki “Ne yapıyorsun? Neden insanları telaşlandırıyorsun?”.

Katlar dumanla dolmaya devam ederken ve dumana maruz kalan öğrenciler öksürmeye başlamışken sözde güvenlik görevlisinin bu sorusu aklımı başımdan aldı desem yeridir ama cevabım basitti:

Yangın alarmları çalışmıyor, katlardaki duman artıyor ve bu öğrencilerin bir an önce tahliye edilmesi lazım. Ne yapmamı bekliyorsun ki!

Öperek Mi Uyandırsaydı?

Kendi çapında suçlayıcı bir şeyler geveledi, hatta uzatmak istedi konuyu. Ama o anda onunla tartışmaya devam etmek aptallık olurdu, çünkü henüz yurt tamamen tahliye edilmemişti hala. Bu görevli beni şaşırtmadı ve laf üretmek dışında, tahliye işleminde biz kat sorumlularına yardım etme zahmetine bile girmedi. Aynı görevli, yangın koşuşturmacası devam ederken Yurt Müdürü’ne beni şikayet etmiş. Ancak Yurt Müdürü’nün ona cevabı kısa ve öz olmuş: “Öperek mi uyandırsaydı?”

Aynı görevlinin, yangın çıktıktan 1,5 saat sonra teşrif eden itfaiyenin bile önlem amaçlı olarak beklediği dakikalarda öğrencileri kendi kafasına göre hala duman dolu katlara salıvermesine hiç girmiyorum bile. Katları sil baştan yeniden tahliye etmek zorunda kaldık ve koridorlarda benim “Güvenliğin değil, bizim dediğimize bakın!” haykırışım yankılandı. Ve öğrencileri o görevlinin dediğinden ancak bir saat sonra odalara salabildik, o da buz gibi havaya rağmen pencereleri açık kalmak koşuluyla.

[EKLEME: Bu görevlinin, bana koridorda çıkışmadan önce tahliye etmekte olduğumuz öğrencileri, ben üst katları uyandırmaya gittiğim sırada ikinci katta durdurup aşağı inmelerine izin vermediğini de öğrendim. Bu nedenle bazı öğrenciler, giriş katının tamamen yanmakta olduğunu ve çıkış yolları olmadığını düşünmüş. O görevlinin yüzünü mümkünse bir daha görmek istemiyorum çünkü gördükçe sinirleniyorum.]

Önce Can Sonra Mal Güvenliği

Öğrenciler odaları boşaltırken aklıma gelense katlara dolan dumandan bir şekilde kurtulma gerekliliğiydi. Katlardaki tüm odaların pencerelerini ve kapılarını açmak suretiyle hava akımı oluşturabileceğimize karar verdim ve diğer sorumlu arkadaşlarla birlikte hızla bu işlemi de yapmaya başladık. Gecenin 4’ünde, önceki gün de sadece 2 saat uyumuş olduğum halde, öğrencileri doğru merdivenlere yönlendirmek ve katları bir an önce havalandırmaya başlamak gerektiğini nasıl düşündüm bilmiyorum. Hatta tahliyeden 1 saat kadar sonra Yurt Müdürü gelip “Pencereleri ve kapıları açalım, katları havalandıralım.” dediğinde, o işe çoktan başlamış olmak güzeldi.

Havalandırma sürecine başladığımızda tüm odaların kapıları ardına kadar açık olduğu için olası bir hırsızlık tehlikesine karşı katlarda nöbet tutmaya başladık. Bu arada elbette her sorumlu kendi katındaki tuvaletleri ve banyoları da kontrol etti. Arkada tek bir öğrenci bile bırakamazdık, tüm sorumlular ellerinden geldiğinin ve sorumluluk alanlarının da ötesinde gayret gösterdiler.

Her Şeyden Önce Öğrenciyiz

Tüm kalbimle söylüyorum, birinci kattan bir öğrenci hesap sorarcasına “Sen kimsin ki?” diye sorana kadar kat sorumlusu (sürveyan) olarak görmedim kendimi. Her bir öğrenci, aynı yurdu paylaştığım arkadaşlarımdı ve tekinin bile zarar görmesini kabul edemezdim. Daha ciddi bir yangın durumu ve daha tehlikeli bir kurtarma durumu söz konusu olsaydı, gerekirse canımı bile ortaya koyabilirdim. Aynı ruh halinin, diğer kat sorumlusu arkadaşlarım için de geçerli olduğuna adım gibi eminim. Biz orada sürveyan değildik, biz orada sizlerden biriydik, gerekirse sizin her biriniz için canını bile ortaya koyabilecek birileri.

Yeterli Açıklama Yapılsa…

Gecenin bana yansıyan ve önemli olduğunu düşündüğüm bir başka diyaloğu da sabah ayazının iyice bastırmasıyla üşüyen ve uykusuzluktan telef olan öğrencilerden bir kısmının, katlarına çıkmak için merdivenlere yönelmesi ve benim onları durdurmamla gerçekleşti. Öğrencilerden biri öne çıkarak, biraz da gergin bir şekilde “Artık odalarımıza çıkmak istiyoruz.” dedi.

Benim açıklamam ise karşımdakinin bir Boğaziçi öğrencisi olduğunun bilinciyle gerçekleşti: “Yangın depoda gerçekleşti, depodaki dumanın çıkabildiği tek yer diğer uçtaki merdiven boşluğu. Katlar ilk duruma göre daha iyi durumda, ancak depoda hala duman olduğunu biliyoruz ve siz katlarınıza çıkıp odalarınızın kapılarını kapattığınızda hava sirkülasyonu durmuş olacak. Bu durumda depodan gelen duman koridorlara dolacak ve belki de sizi yeniden tahliye etmek durumunda kalacağız. Biraz daha sabredelim lütfen!”

Bu açıklamam sonrasında o öğrencinin tepkisi oldukça sade ve bir o kadar anlamlıydı: “Anlıyorum…” Fazladan hiçbir itirazda bulunmadılar ve geri döndüler. “Çıkamazsınız!” deyip kestirip atmış olsam gereksiz yere ekstra bir gerilim yaratılmış olacaktım.

Öğrencileri de bilgi edinme haklarının olduğunun bilincinde olarak açıklamalar yapmak, iki taraf için de oldukça olumlu sonuçlar doğurabilecek bir şey. Hatta şimdi düşünüyorum da; o an yangının telaşıyla aklımıza gelmedi ama, öğrenciler lobide toplandığında kısa da olsa bir açıklama yapmak, durum hakkında bilgilendirmek ve katlardaki dumandan kurtulana kadar odalarına çıkamayacaklarını bildirmek gerekirdi. Dilerim bir daha ki sefer diye bir şey olmaz, ama olursa yapmamız gereken şeylerden biri de bu olacak.

Bir Türlü Gelemeyen İtfaiye…

Yangın nedeniyle elbette itfaiyeye haber verildi, ama itfaiye kampüsümüze yangın çıktıktan 1,5 saat sonra gelebildi. Bir de kampüsün yerini bilmemeleri ve yol tarifine ihtiyaç duymaları, insanın aklını başından almaya yetti de arttı bile. Artık telefonlarımızda bile GPS haritaları varken, İstanbul’daki bir itfaiye aracının GPS cihazının olmaması kesinlikle kabul edilebilir bir şey değil. Bu arada, üniversitemizin acil durumlar için ilan ettiği 1100 nolu hattın da bir işe yaramadığını ne yazık ki bir şekilde öğrenmiş olduk.

İtfaiyecilerle de aramda şöyle bir diyalog geçti, ağlasam mı gülsem bilemedim.

Ben: Yangının kaynağı neymiş?
İtfaiyeci 1: Size sormalı, çağıran sizsiniz.
Ben:
İtfaiyeci 2: Off, gece gece uykumdan kalktım geldim.
İtfaiyeci 1: Yok yok adrenalin oldu, iyi oldu…
Ben (içimden): Allah sizi bildiği gibi yapsın…

Ya Peki Yandaki İnşaat?

Depoda yanan kağıtları dışarı atmak için kürek gerekti. Ben ve kat sorumlusu diğer bir arkadaş, kürek bulabileceğimiz umuduyla bitişik binadaki güçlendirme inşaat sahasına girdik. Aslında giremememiz gerekirdi, içeri girmemiz o derece kolay olmamalıydı. Bir bekçi olmalıydı ve girmemizi engellemeliydi, ama pek tabii ki bekçi de yoktu. Benzer şekilde orada herhangi bir aydınlatma da yoktu, olması gerekirdi ama.

İnşaat sahasında kaynak yapmak için gereken oksijen tüpleri ile normal tüpler yan yana duruyordu. Güçlendirme yapılacak kolonların çevrelerinde boşluklar vardı ama hiçbir uyarı bandı yoktu. Aydınlatma olmadığı için sağa sola atılmış demir parçalarına basmamız içten bile değildi. Bir öğrenci, gecenin bir vakti herhangi bir nedenle inşaat sahasına girmiş olsa başına gelebilecek kazaların haddi hesabı yoktu yani.

Gerçi ekskavatör operatörünün tüm güvenlik kurallarını ihlal edip ‘artistlik’ yaptığına şahit olduğumuzdan, yaptıkları yıkımdan ötürü yurdumuzun kolonlarının ve kirişlerinin çatladığını gözlerine soktuğumuz halde, “Bir şey olmaz!” diyerek inşaata fütursuzca devam edebildiklerini bildiğimizden çok da şaşılacak bir şey değil bunlar. Üniversite yönetimi bile öğrencilerine değer vermezken cebini doldurmanın peşindeki bir inşaat firması neden değer versin ki öğrencilere?

Geceden Rahatsız Edici Bir İki Konu Daha…

  • Öğrenciler lobide endişeli bir bekleyiş içindeyken, bazı öğrencilerin işi geyiğe vurması hiç sevimli olmadı. Siz, yaşanan olayı küçümsemiş olabilirsiniz, ki hiç de küçümsenecek bir şey değildi. Ya da geyiğe vurarak, üstünüzdeki gerilimi azaltmaya çalışıyor da olabilirsiniz. Ama bazı arkadaşlarımızın yaşananlardan çok daha fazla etkinlendiğini dikkate almak ve birazcık da olsa saygı göstermek çok da zor olmasa gerek.
  • Katları hızla boşaltırken doğal olarak öğrenciler, o anda üzerlerinde ne varsa onunla indiler aşağıya. Zaten hiçbir acil tahliye durumunda, giyinmek için vaktimiz olmayacak. Öyle ki, 17 Ağustos Depremi’nde kendini anadan üryan sokağa atanlar olmuştu, çok doğal bir durum. Dün gece de, kız öğrencilerimiz pijamalarımıyla inmiş oldular. Ama aklı *ikinde olan bir iki öğrenci, bu olumsuz durumu suistimal etmiş. O kişilerin isimlerini, bu duruma maruz kalan öğrencinin arkadaşından tüm ısrarlarımıza rağmen öğrenemedik. Ama bu kesinlikle çok yakışıksız bir durum, siz artık Boğaziçi öğrencisiniz, bir Boğaziçili gibi hareket edin lütfen.
  • Sizleri uyandırmak için kapılarınızı güçlü bir şekilde çaldım ancak kesinlikle tekmelemedim. Lakin birileri bu tekmeleme işini gerçekleştirmiş. Kapıları ve sağı solu tekmelemek için bu tür bir olayı kullanmak da hiç sevimli bir davranış değil. Ayrıca tamam yangın düğmesi çalışmamış olabilir ama bu düğmeye zarar vermeye hakkınız olduğu anlamına da gelmiyor. Yıkarak değil, yaparak bir şeyler elde edebileceğimizi unutmayalım.

Ve Korkunç Bir Gecenin Ardından…

Kilyos’ta gerçekten de emaneten yaşadığımızı ya da yaşamaya çabaladığımızı hep birlikte acı bir şekilde daha deneyimlemiş olduk. Yangın bir şekilde illa ki çıkabilir, ancak Türkiye’nin en iyi üniversitesi olduğunu iddia ettiğimiz Boğaziçi Üniversitesi’nde yangın sonrası yaşananlar iç acıtan cinsten. Ufak çapta bir yangın dahi olsa, müdahale edebilecek yeterli ekipmanın olmaması, itfaiyenin ‘ölümüne’ geç gelmesi, konu hakkında verilen eğitimlerin yetersiz olması, kampüs içerisinde bile yetkililerin birbirlerinden bihaberliği ve acil durum senaryolarından yoksunluğumuz gerçekten üzücü.

Neredesin Boğaziçi Üniversitesi Yönetimi?

Bu konu hakkında bir başka içimi acıtan şey ise Boğaziçi Üniversitesi’nin hiçbir şekilde bir geçmiş olsun mesajı dahi yayınlanmamış olması. Bu kadar mı uzaksınız öğrencilerinize, bu kadar mı yok sayıyorsunuz buradaki yüzlerce öğrenciyi? Siz ki öğrencilerinize değer verseniz, saatin kaç olduğuna bakmadan kampüse gelir, elinizden fazladan hiçbir şey gelmeyecek olsa bile, öğrencilerinizin yanında olduğunuzu gösterirsiniz.

Yoksa yok saymak ya da görmezden gelmek daha mı çok işinize geliyor? Hatta çok fazla afişe edilmesini de mi istemiyorsunuz yaşananların ki, insanların sonrasında “Ne olmuş Kilyos’ta?” diye sorgulayabilecekleri bir ‘Geçmiş olsun!’ mesajı dahi yayınlamaktan uzak duruyorsunuz. Bu mesaj tamamen sembolik, burada yaşananlardan haberdar olduğunuzu gösteren bir şey sadece. Ki bu saatten sonra yayınlarsanız anlamı olmaz onu da belirteyim, iş işten geçti artık.

Size ulaşabilmek için dilekçe yazdık, imzaları topluyoruz. Son yaşananlarla birlikte dilekçemize ekleyeceğimiz bir iki önemli konu daha var. Ama bu hafta imzaları tamamlar tamamlamaz size sunacağız. Dilekçemizde de belirttiğimiz gibi umarım, sorunları ‘ivedilikle’ çözersiniz. Öyle ‘ucuza yapan işi kapar’ sistemli ihalelerle de oyalamayın biz öğrencilerinizi. Bunlar hafife alınacak konular değil, üniversitenin öz kaynaklarıyla bir an önce eksiklikleri tamamlayın.

Bakın Cem Yılmaz ile bir akşam yemeği için 55 bin TL kazanmışsınız, 500$‘lık davetiyeleri olan geceden. Buradaki her bir öğrenci, en az Cem Yılmaz kadar değerli olmalı sizin için. Yok o kadar değer veremiyorsanız, bırakın bu işi değer verebilecek kişilere de ‘Ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi!’ olmalıyım cennete çevirilebilecek bir kampüste.

Umarım Bir Daha Böyle Bir Şey Yaşamayız…

Dileklerim bir daha böyle bir şey yaşanmaması yönünde ama daha bir hafta bile geçmeden bir kademe daha büyük bir vaka ile karşılaşmak, bir sonraki vaka adına beni korkutuyor. Bir sonraki sefer bu kadar şanslı olacağımızın garantisini kim verebilir ki, hem de gün gibi açık olan sorunlarımızın çözümü için hiçbir adım atılmazken.

Biz öğrenciler Kilyos’ta yaşamaya ya da yaşayamamaya devam ediyoruz.
Bizi Kilyos’ta unutan yöneticilerimizi de bekleriz..

comments powered by Disqus